Your Cart

“Kudüs”: Bir Şehir Üç Medeniyet

“Kudüs”: Bir Şehir Üç Medeniyet
06-06-2016
“Kudüs”: Bir Şehir Üç Medeniyet
06-06-2016

“Kudüs”: Bir Şehir Üç Medeniyet

Bilal Deniz

Yorucu bir günün ardından eve varıyorum. Bedenim meşakkatli bir günün bütün yorgunluğunu üzerinde taşıyor. Bir an uyumakla uyumamak arasında gelgitler yaşıyorum. Yorgun bedenimin uzandığı yerden kalkamamasından korkuyorum önce, sonra saati kurup 1,5 saatlik bir uykunun yorgunluğumu alacağı umuduyla uzanıyorum yatağıma. Saat çalıp duruyor ama ben hiç duymuyorum. Gözümü minarelerde yankılanan ezan sesiyle açıyorum. “İşte” diyorum, “Atam İbrahim’in şehri beni çağırıyor”.

Yeşilköy havalimanına vardığımda telefonum hiç susmuyor. Pasaport işlemlerimizi halledip uçak kapısına geldiğimizde TÜSHAD’ın gönlü güzel insanlarını ayırt etmeye çalışıyorum. Şu hemen ilerde duranın Beyhan Teyze, yanındaki dünya tatlısı iki çocuğun da torunları Mehmet Ali ile Zeynep olmalı diyorum. Onlarla tek tek tanışıyoruz. Kimi Damman’dan kimi Erbil’den kimi Kıbrıs’tan gelmiş. Gelinen noktalar faklı olsa da varılmak istenen menzil aynı. Bu menzil, atamız İbrahim’in rüyasını, Musa nebinin vuslatını, İsa nebinin serencamını, son nebinin duasını ruhunda barındıran bütün şehirlerin anası Kudüs-ü Şerif’ten başkası değil şüphesiz. Uçaktayken düşünüyorum ‘’Darülhilafe’den Kudüs’e gitmek ne demek’’ diye. Heyecanlanıyorum. Antik Yunan’ın ''Byzantion'', Roma İmparatorluğunun “Nova Roma’’, Bizans’ın ''Konstantinopolis', Devlet-i Ali’nin ‘’Dar’ülhilafe’’ olarak olarak adlandırdığı sultanların, kralların, sezarların şehri olan İstanbul’dan; Yahudilerin ‘’Yerûşâlêm’’, Hristiyanların “Jerusalem’’, Müslümanların ‘’Bayt Al-Maqdis’’ olarak adlandırdığı nebilerin, resullerin şehri olan Kur’an’ın tabiriyle ‘’çevresi mübarek kılınan’’ Kudus-ü Şerif’e yolculuk bir şehirden başka bir şehire yapılan bir yolculuktan çok daha fazlasını ifade etmeli. Bir yanda güç ve iktidarı temsil eden sultanlar şehri İstanbul diğer yanda sadelik ve mütavaziliği temsil eden nebiler şehri Kudüs. Hanif sıfatıyla dünyaya gönderilen ademoğlunun biri dünyaya diğeri ahirete bakan yüzü İstanbul ve Kudüs.

Zihnimi bu sorular kurcalarken kaptan iniş anonsu yapıyor. Uçuşumuz yaklaşık olarak 1 saat 40 dakika sürüyor. Ben Gurion havalimanına vardığımızda meğerse ne kadar da yakınmış diyorum. Pasaport işlemlerimizi halledip havalimanından Kudüs’e doğru yola koyuluyoruz. Yemyeşil tepelerin arasından geniş otoyolları geçerek kutsal şehre varıyoruz. Otele yerleştikten sonra on dakika yürüyerek Kanuni Sultan Süleyman döneminde imar edilen surlarının önüne geliyoruz. Bizi bütün ihtişamıyla Şam Kapısı karşılıyor. Şam Kapısı’nı aşıp şehrin daracık sokaklarını çevreleyen taş yapıların arasında ilerlerken Molla Ahmed El Ciziri’nin ‘’Vahdet sırrıdır kuşatan evreni ezelden tâ ebede’’ dizeleri yankılanıp duruyor kulaklarımda. Alem ancak Vahdet sırrı ile anlamlanıyor, ‘insan’ ancak vahdet sırrı ile anlamlanıyor, Hz İsa’nın nefesi, Hz. Musa’nın hasreti bu şehirde ancak vahdet sırrı ile anlamlanıyor. Bu şehre ait olan her şey ancak ve ancak vahdet sırrı ile anlam buluyor.

Mescid-i Aksa

Tılsımlı sokaklardan ilerleyip Mescid-i Aksa’ya giriş yapıyoruz. Hz. Ömer’in Kudüs’ü fethettiği günkü gibi Kubbet’üs Sahra’yı arıyor gözlerimiz. Peygamber efendimizin Miraç’a yükseldiği, müminlerin ilk kıblegâhı, çevresi mübarek kılınan Muallak taşının bulunduğu Kubbet’üs Sahra işte tam karşımızda. Deruni bir sesten Kur’an hakikati yankılanıyor şehrin sokaklarına. Bu kutlu sesi, bir zeytin ağacının gölgesinde saatlerce dinleyebilirim, diyorum. Manzara bir diriliş muştuşu gibi huzur veriyor insana. Vakitlerden Cuma vaktidir. İsrafil sur’a üflemiş gibi insanlar Mescid-i Aksa’ya doğru ilerliyor. Müminlerin ilk kıblegâhından, müminlerin son ve ebedi kıblegâhı olan Kabe’ye doğru dönüp secdeye kapanıyoruz. İnsan, mekân ve zaman bu secde anında kemal buluyor.

Ağlama Duvarı

Kıble mescidinin solunda yer alan Yahudi mahallesine açılan kapıdan çıkıp ağlama duvarına doğru ilerliyoruz. Siyah cübbeleri, fötr şapkaları ile batı duvarında vecd halinde ibadet eden Yahudiler karşılıyor bizleri. Yahudi kaynaklara göre batı duvarı olarak bilinen “ağlama duvarı” Hz. Davut’un oğlu Hz. Süleyman tarafından yaptırılan Süleyman Mabedinden günümüze kalan tek kalıntısı. Efsaneye göre Hz. Süleyman, mâbedi yaptırmaya karar verdikten sonra rüyasında meleklerden birini görür ve melek ona: “Allah’ın adını onurlandırmak için yapacağın bu mabede, tüm halkın kendi olanakları dâhilinde katılımını sağlayacaksın” der. Bunun üzerine Hz. Süleyman, her sınıftan insanı sarayına davet eder, iş bölümü yaptırır. Bu iş bölümünde, fakir ve muhtaç kesime batı duvarının inşâsı düşer. Halk, gerekli inşaat malzemelerini, ustabaşlarını satın almış zengin kesimin aksine, binbir güçlükle koskoca taşları keser, yontar. Mabedin en son biten bölümü de bu olur. Görev bitince Hz. Süleyman, ortaya çıkan eseri inceler, bakışlarını batı duvarı üzerinde durdurur ve: “Fakir ve muhtaç halkın el emeği ve alın teri, benim nazarımda en değerli olanıdır. Bu duvarı ebediyen kutsuyorum, Allah’ın kutsal varlığı, batı duvarını ebediyen terk etmeyecektir.” der. Bu yüzden Yahudiler binlerce yıldır dünyanın dört bir tarafından ağlama duvarına dönerek dua ederler.

Hz. Meryem Kilisesi

Hristiyan, Ermeni, Yahudi ve Müslüman olmak üzere dört mahalleden oluşan suriçi Kudüs’e yedi ayrı kapıdan giriş yapılabilmektedir. Biz de Al-Halil kapısından Hristiyan mahallesine giriş yapıyoruz. Girerken gözümüze kapının üst kısmında yazan ‘’la ilahe illallah ibrahim halilullah’’ yazısı ilişiyor hemen. Müslümanların bu levhayı şehirde yaşayan Yahudi ve Hristiyanların kendilerini yabancı hissetmemeleri için astığını öğreniyoruz. Halil kapısından geçip Kutsal Meryem Kilisesi’ne varıyoruz. Hristiyanlar; Hz. Meryem’in burada vefat ettikten sonra aynı yere defedildiğini ancak otuz gün sonra bedeni ve ruhuyla birlikte mezardan ayrılarak cennette oğlu İsa’nın yanına gittiğine inanmaktalar. Bu yüzden hristiyanlar için önemli bir mekân. Biz de elimizi açıp Hz. Meryem’in ruhuna bir fatiha okuyoruz. Kiliseden çıkmak üzereyken Sivaslı Hayrik Dayı ile karşılaşıyoruz. Kendisi Sivas’tan Kudüs’e göçen bir Ermeni aileye mensub. Kendisine memleketi sorulduğunda “Sivaslıyım” diye cevap verdiğini öğreniyoruz. Hayrik Dayı, uçak korkusu olduğu için Kudüs’ten dışarı hiç çık(a)mamış. Tahmin edileceği üzere Sivas’a da hiç gidememiş. Sivas’a duyduğu hasretten midir bilinmez ama bizimle uzun uzun sohbet ediyor. Tatlı dilli güler yüzlü bir insan. Bir gün uçak korkusunu yenipte Sivas’a gitmesini umarak vedalaşıp ayrılıyoruz.

El-Halil

El-Halil’le doğru yola koyuluyoruz. Şehre vardığımızda şehrin üzerine çökmüş hüznü hemen hissediyoruz. Her yerde yoğun güvenlik önlemleri alınmış. Pasaportlarımız gösterip Hz. İbrahim Camii’ne giriş yapıyoruz. Çocukken medreseye giderdim. Medresede tüm çocukların olduğu gibi benim de en sevdiğim anlatılar enbiya kıssalarıydı. Arada da hocalarımız bize kim olduğumuzu sorarlardı ve biz de hep bir ağızdan cevap verirdik.

Kimin milletindensin?

Hz. İbrahim’in milletindeyiz.

Kimin ümmetindensin?

Hz. Muhammed’in ümmetindeniz.

İşte El-Halil’de atamız İbrahim’in huzurundayız. Hocamızın sorduğu soruyor bu defa kendi kendime soruyorum.

Kimin milletindensin?

Hz. İbrahim’in milletindenim.

Kimin ümmetindensin?

Hz. Muhammed’in ümmetindenim

Hz. Musa Türbesi

Lut Gölünden ayrılıp Eriha ile Doğu Kudüs arasında yer alan Hz. Musa’nın türbesine doğru yol alıyoruz. Türbe ıssız bir çölün ortasında bir külliye olarak inşa edilmiş. Rivayete göre Sultan Selahattin Kudüs’ü fethettiğinde Hz Musa’nın makamını rüyasında görüyor ve oraya hemen bir türbe inşa ettiriyor. Memluk Sultanı Baybars zamanında bu türbe külliyeye dönüştürülerek son halini alıyor.

Hz. Musa denince akla, Firavunun sarayında mazlumun duası, Sina çölünde halkının umudu, Tur dağında kalbi mutmain olmayı bekleyen bir peygamber gelir. Hz. Musa’nın makamında Allah’tan mutmain olmuş bir kalbi bizlere de nasip etmesini niyaz ederek ayrılıyoruz.

...Ve Kudüs’e Veda

Davutoğlu, Medeniyetler ve Şehirler adlı kitabında ‘’ Bazı şehirler vardır ki, medeniyetlerin iniş çıkışlarına göre yeniden şekillenir, dönüşür ve dönüştürürler. Yanı bunlar, başlangıçları itibariyle bir medeniyete, gelişmesi itibariyle bir başka medeniyete ait görebileceğimiz şehirlerdir; aktiftirler, öznedirler, hem dönüşürler hem de dönüştürürler. Şekillendikten sonra, kendileri belirlemeye başlarlar. Kudüs, Kahire ve İstanbul bu tür şehirlerdendir’’ demektedir. Bu itibarla Kudüs’ün tarih ile metafiziğin, ontolojik varoluş ile tarihi varoluşun kesiştiği bir serüvenin makamı olması itibariyle herhangi bir medeniyet sınırlarına hapsedilmesi mümkün değildir.

Tüm Sivil Havacılar Derneği[1] olarak 3-5 Haziran tarihli planladığımız Kudüs ziyaretimizin sonuna geliyoruz. Kudüs’ü arkamızda bırakıp İstanbul’a dönmek için Tel Aviv’e doğru yola çıkıyoruz. İstanbul’a vardığımızda artık aylardan ramazan oluyor. Mübarek bir şehirden çıkıp mübarek bir ayın içine giriyoruz. Tüm İslam alemine mübarek olsun...

[1] Kudüs’e bir gezi tertiplememiz hususunda bizleri cesaretlendiren, bütün organizasyon boyunca desteklerini esirgemeyerek bu eşsiz medeniyeti müşahede etme sevincini hep birlikte yaşamamıza vesile olan Sn. Adem Ceylan Bey’e, kıymetli hocamız ve rehberimiz Sn. Hasan Fehmi Ulus Bey’e, Kudüs gezimize katılan Tüshad gönüllüleri adına can-ı gönülden şükran ve minnetlerimi sunarım.

İnternet sitemizi daha iyi kullanabilmeniz adına çerez kullanılmaktadır, çerezler hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilmek adına Çerez Politikasını okuyunuz.